Siyasî meseleler ve ilkeli duruş

Risale-i Nur mesleğinin en temel özelliklerinden biri de, içtimaî ve siyasî meselelerle ilgili kaidelerin de var oluşudur.

Bediüzzaman Hazretleri “Şeriatın yüzde doksan dokuzu ahlâk, ibadet, ahiret ve fazilete dairdir. Yüzde biri siyasete taalluk eder. Onu da ulûlemirlerimiz düşünsün” diyerek siyasetin nispetini ortaya koymuştur. Ancak bahsi geçen temel konularda ittifak genel anlamda bulunduğu halde, bu ‘yüzde birlik mesele’ tartışmaların, ihtilâf ve ayrılıkların odak noktasını oluşturmaktadır.
Eski Said olarak tanımladığı birinci devre-i hayatında “siyaset yoluyla dine hizmet” hissini taşıyan Bediüzzaman, Yeni Said olarak tarif ettiği ikinci devresinde “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” yaklaşımını esas almıştır. Onun, şerrinden Allah’a sığındığı siyaset, menfi siyaset tarzlarıdır. Bunlar da: 1- Siyasetin dinsizliğe âlet edilmesi. 2- Dinin siyasete âlet edilmesi. 3- Silâhlı mücadele yoluyla devlet yönetiminin elde edilmeye çalışılması. 4- Menfaat üzerine dönen siyaset. 5- Irkçılık üzerine bina edilen ve tefrikaya sebep olan siyasetlerdir.
Bunların dışındaki “Siyasetin dine dost ve hizmetkâr edilmesi” tarzındaki bir yaklaşım ise, Üstadın hem Eski Said, hem de Üçüncü Said dönemlerindeki müsbet uygulamalarıdır. Hayatı boyunca ifrat ve tefritten uzak duran Bediüzzaman siyasette de itidali takip etmiş ve ‘muktesit bir mesleği’ esas almıştır.
“Sen her cihette siyaseti, dine, şeriata âlet ediyorsun ve dine hizmetkâr yapıyorsun ve yalnız şeriat hesabına hürriyeti kabul ediyorsun. Ve meşrûtiyeti de meşrûiyet suretinde beğeniyorsun. Demek, hürriyet ve meşrûtiyet şeriatsız olamaz. Bunun için seni de ‘Şeriat isteriz’ diyenlerin içine Otuz Bir Mart’ta dahil ettiler” diyenlere, Eski Said demiş ki: “Evet, millet-i İslâmiyenin sebeb-i saadeti yalnız ve yalnız hakaik-i İslâmiye ile olabilir. Ve hayat-ı içtimaîyesi ve saadet-i dünyevîyesi şeriat-ı İslâmiye ile olabilir. Yoksa adalet mahvolur. Emniyet zîr-ü zeber olur. Ahlâksızlık, pis hasletler galebe eder. İş yalancıların, dalkavukların elinde kalır.” (Hutbe-i Şamiye, s. 79)
Eski Said döneminde sosyal hayatın ve siyasetin içinde olan Bediüzzaman, bu ifadeleriyle kendi tarzını ortaya koymakla birlikte, Batı hayranı bir kısım münafık zındıkların siyaseti dinsizliğe âlet yapmalarına mukabil, “bir kısım dindar ehl-i siyaset, dini siyaset-i İslâmiyeye âlet etmeye çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tabi olamaz. Ve âlet yapmak, İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.” (Hutbe-i Şamiye, s. 52-53) beyanlarıyla ifrat ve tefrit cephesinde duranları da nazara veriyordu.
Siyaseti dinsizliğe âlet ederek din ve dindarları ezmeye çalışanlara karşı dindar kitlelerin bir tepkisi vardır ve ortak bir cephe oluştururlar. Ancak dini siyasete âlet ederek, iyi niyetle “Dine hizmet edeceğim” zannıyla siyaset yapanlar, dindar kitlelerin kafalarının karışmasına ve hatta aralarındaki ittifakın bozularak, dine hizmet eden cemaatlerin bile ihtilâf ve ayrılıklarına sebep olmaktadır.
Bu hususta “Dinsizliği görmüyor musun, meydan alıyor. Din namına meydana çıkmak lâzım” diyenlere:
“Evet, lâzımdır. Fakat kat’î bir şartla ki, muharrik, aşk-ı İslâmiyet ve hâmiyet-i diniye olmalı. Eğer muharrik veya müreccih, siyasetçilik veya tarafgirlik ise, tehlikedir. Birincisi hatâ da etse, belki ma’fuvdur [affedilir]. İkincisi isabet de etse, mes’uldür.”
Denildi: ‘Nasıl anlarız?’
Dedim: ‘Kim fasık siyasetdaşını, mütedeyyin muhalifine, su-i zan bahaneleriyle tercih etse, muharriki siyasetçiliktir. Hem umumun mâl-ı mukaddesi olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslektaşlarına daha ziyade has göstermekle, kavî bir ekseriyette dine aleyhtarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek ise, muharriki tarafgirliktir. (…) Din dahilde menfi tarzda istimal edilmez.” (Sünûhat, s. 64-67) diyen Bediüzzaman’ın bu ikazlarına kulak tıkayan nice dindar siyasetçiler, maalesef uzun zamanlardan beri dine zarar veriyorlar. Kendi siyasetlerine yardım eden, şeytan olsa ona melek; muhalifinde melek olsa, ona şeytan diyecek kadar tarafgirlik ve siyasetçilik yapanlardan Allah korusun!
Dini siyasete âlet edenlerden ve siyasetli cemaatlerden kendini ve talebelerini uzak tutan Bediüzzaman, onlarla aramızdaki ölçüyü şöyle nazara veriyor: “Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alâkaları yok. Ve Risale-i Nur, rıza-i İlâhîden başka hiçbir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’un mensupları, içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Yalnız Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler İmân hakikatlerini ehl-i dalâletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz—fakat siyaset noktasında değil. Çünkü İmân dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost-düşman, derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği, bu mânâyı zedeler, ihlâs kırılır. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nuru hiçbir şeye âlet etmediler. Siyaset topuzuna el atmadılar.” (Emirdağ Lâhikası-II, s. 545)
1950 yıllarında Demokrat Parti ve Halk Partisi’nin yanında üçüncü parti olan Millet Partisi etrafında toplanan bu dindar siyasetçilere Bediüzzaman Hazretlerinin yaptığı ikazlar, cidden önem arz etmektedir: “Milletçilere gelince: Eğer bu partide sırf İslâmiyet esas olsa, Demokrat Partiye yardım ettiği gibi, muhalif muarız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz.” (Emirdağ Lâhikası-II, s. 813)
Millet Partisi içinde milliyetçilik yapanlara da ikazı vardı Bediüzzaman’ın: “Eğer İttihad-ı İslâmdaki esas olan İslâmiyet milliyeti ki, Türkçülük onun içinde mezc olmuş bir millet olsa, o Demokratın mânâsındadır, dindar Demokratlara iltihak etmeye mecbur olur. Frenk illeti tâbir ettiğimiz ırkçılık, unsurculuk fikriyle Avrupa, âlem-i İslâmı parçalamak için içimize bu frenk illetini aşılamış. Fakat bu hastalık ve fikir, gayet zevkli ve câzibedar bir hâlet-i ruhiye verdiği için, pek çok zararları ve tehlikeleriyle beraber, zevk hatırı için her millet cüz’î-küllî bu fikre iştiyak gösteriyorlar.” (Emirdağ Lâhikası-II, s. 747) Irkçılık yaparak başa geçmeleri halinde ülkeye büyük zararları olacaklarını söyleyen Üstad, onlardan da uzak durulmasını istemektedir:
“Bu vatanda şimdilik dört parti var” diyerek dört ana fikir ve cereyan olduğunu dile getiren Bediüzzaman Hazretleri, fiilen kurulmamış olan İttihad-ı İslâm Partisi için de şöyle der: “Yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini siyasete âlet etmemeye, belki siyaseti dine âlet etmeye çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete âlet etmeye mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.” (Emirdağ Lâhikası-II, s. 746) Burada bahsi geçen “yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin” oranı, parti kadrolarının değil, o partinin alacağı oy oranı da değil; bürokrasi de dahil olmak üzere millet ekseriyetinin ‘Allah’ın farz kıldığı emirleri yerine getiren ve haramlardan kaçınan’ bir noktadaki ciddî dindarlık oranıdır. Bu ise, çok zamana bağlı olarak dinî cemaatlerin yapacağı, hiçbir şeye âlet olmayan hasbî iman hizmetlerini gerektirir.
“Mâdem hakikat budur, ey dindar ve dine hürmetkâr Demokratlar! Siz bu iki partinin gayet kuvvetli ve zevkli ve câzibedar nokta-i istinadlarına mukabil, daha ziyade maddî ve mânevî cazibedar nokta-i istinad olan hakaik-i İslâmiyeyi nokta-i istinad yapmaya mecbursunuz.” (Emirdağ Lâhikası-II, s. 748) ikazlarını yapan Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu bu gerçeklere istinaden, Risale-i Nur mesleğinin en önemli konularından biri olan “içtimâî-siyasî ölçüler”de, Risale-i Nur’un hakikî ve sadık talebeleri hakta sebat ederler. Millet ekseriyetinin genel durumu farklı olsa da, tepeden ayrılmayan Uhud okçuları gibi, nehirden su içmeyen Talut’un bir avuç fedai askerleri gibi yahut limanlarda gemilerin bağlandıkları iskele babası denilen demir kazıklar gibi yerlerinde sebat ederler. Zira ihlâsla sadakati ve tesanüdü netice veren fikir birlikleri buna bağlıdır. İlkeli duruş bunu gerektirir.
Bu kadar geniş bir konu, elbette bir makaleye sığmaz. Arif olana bir işaret yeter. Beyanat ve Tenvirler kitabı ise, sadık Nur Talebelerinin şaşmaz bir rehberidir.