Dinsizlik cereyanına meydan okuyanlar

Rusya’da 1917 yılında patlak veren Bolşevik İsyanından sonra, yetmiş yıl boyunca dinsizlik cereyanının ve Allah’ı inkâr fikrinin temsilciliğini ve bekçiliğini yapan Sovyetler Birliği, 1991 yılı itibariyle dağılarak tarihe karıştı ve içinden on beş bağımsız devlet çıktı.

Koskoca Çin’i, yarı Avrupa ve Balkanları istilâ eden bu maneviyatı reddeden ve materyalizmi esas alan dehşetli belâ, birçok İslâm ülkelerini tesiri altına aldığı gibi, âlem-i İslâm’ın ileri karakolu olan Türkiye Cumhuriyetini de, içimizdeki adamları vasıtasıyla kendine uydu yapmaya çok çalıştı. Zamanla kısmen muvaffak olduğu da görüldü. Ancak Türkiye’de bir Bediüzzaman faktörü vardı. Fen ve felsefeden gelen dehşetli dinsizlik cereyanı, kuzey cihetinden gelip kasırgalar gibi eserken, onun karşısında Bediüzzaman Ağrı Dağı misali dimdik durdu. Telif ettiği altı bin sayfalık Kur’an tefsirleriyle, iman ve İslâm’ın esaslarını aklî ve ilmî delillerle ispatlayarak dinsizliğin belini kırdı. Dinsizliğin dayandığı çürük temelleri, atom bombası gibi darmadağın etti.

Bahsi geçen iman ve inkâr mücadelesinde Cenâb-ı Hak ona, Anadolu genelinde gözünü budaktan esirgemeyen nice kahraman dâvâ arkadaşları nasip etti. İnebolu kahramanları da onların içinde mümtaz bir yere sahipti. Ahmet Nazif Çelebi, Salih Uğurtan, Ziya Dilek, İbrahim Mırmır, Rüştü Mırmır, Gülcü Hüseyin, Selahattin Çelebi ve İbrahim Fakazlı gibi zatlar, teksir makinesiyle Nur Risalelerini binlerce nüsha çoğalttılar ve Rusya’dan gelen dinsizlik cereyanına, Çin Seddi gibi manevi bir sed oluşturdular. Bediüzzaman onların hizmetlerini alkışladı ve İnebolu’ya “Küçük Isparta”namını verdi.

17 Nisan 2015 Cuma günü İnebolu yolundayız. Cuma namazını Kastamonu’da kıldıktan sonra, temsilcimiz İbrahim Vapur’la bir saatlik yolculuk yaparak nihayet menzilimize ulaştık. Şehir içi ziyaretlerimizi müteakip akşam hizmet merkezimizdeyiz. Beş katlı merkezin geniş salonu İnebolu kahramanlarıyla doluydu. Nur Risalelerimizden derlediğimiz dersimiz, hepimiz için bir feyiz kaynağı oldu. Allah için sohbet etmek, Allah için görüşmek ve Allah için birbirini sevmek, bu fâni dünya içinde cennetin bâki lezzetleri gibiydi.

Cumartesi günü, Geriş Tepesi yamaçlarında bulunan İnebolu’nun büyük kabristanını Âdem Beyin refakatinde ziyaret ettik. Denize nazır bir mevkide, saff-ı evvel Nur Talebelerinden olan Ahmet Nazif Çelebi, oğlu Selahattin Çelebi ve İbrahim Fakazlı Ağabeyler, selvi ağaçları altında haşrin sabahını bekliyorlardı. Karşıdaki İslâm Tepesi yamaçlarında bulunan Avara Mezarlığında ise, Salih Uğurtan Ağabeyle birlikte, sonraki kuşaktan Ümit Gültekin, Turgut Gültekin Ağabey ve oğlu Seyfettin Gültekin kardeşimiz âsude kabirlerinde yatıyorlardı. İşte dünya bu kadardı. Kim olursan ol ve ne yaparsan yap, dünyanın son durağı kara topraktı. Allah’ın rızasını kazandıracak ameller dışında hiçbir şeyin anlamı yoktu.

Ziyaret sonrası Rasim, Hasan, Mustafa ve İbrahim beylerle Kastamonu’ya ulaştık. Önce Kastamonu’nun manevi temellerinden ve Nur Hareketinin öncülerinden Mehmet Feyzi Ağabeyin kabrini ziyaret ettik. “Üstad Hazretlerine hem Arapça hem de Türkçe olarak telif ettiği eserlerini baştan sona defalarca okudum. Bu şeref bana yeter.”diyen bu maneviyat adamının bir hatırasını yeni öğrendim. Rasim Ağabeyin anlattığına göre, onun da olduğu bir sohbette “Feyzi Ağabey! ‘Kızıl İ’caz kitabını Feyzi’ye ders verdim. İnşaallah bir vakit aldığı dersi kaleme alacak.’diyen Bediüzzaman bu vazifeyi size vermiş. Bu vazife ne zaman gerçekleşecek?”sorusuna “Kardeşlerim! Üstad Hazretleri bazı talebelerini takdirle, bazılarını tekdirle, bazılarını da teşvikle hizmete sevk ederdi. Bu kemalâtın alâmetidir. Bize de söylediği teşvik kabilindendir.”diye cevap verir.

Mehmet Feyzi Ağabeyden sonra, Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerini ziyaret ettik. Nakşî Bendi tarikatı şeyhlerinden olan bu büyük evliya, İstanbul’da yetiştikten sonra, şeyhi tarafından vazifeli olarak Kastamonu’ya gönderilir. Burada olduğu süre içinde çok maneviyat adamları yetiştirir. Asasını vurduğu yerden, Zemzem tadında bir su fışkırır ve buna Asa Suyu adı verilir. Gerçekten içtiğimizde, Zemzem suyu tadında olduğunu hayretle müşahede ettik. Adına zamanla büyük bir külliye yapılan bu zatın türbesi ziyaretgâh olmuş. Gittiğimizde her taraf insan kaynıyordu. Allah hepsinin şefaatlerine bizleri nail etsin, âmin.

Cumartesi akşamı, Karabük’ten de katılan iki taksi cemaatle, Kastamonu hizmet merkezimizin salonu tamamen doldu. Nur Risalelerinden yapılan dersler, hizmet etme gayretinin motoru hükmünde olan şevk duygumuza şevk kattı. Ve gayretimizi kamçıladı. Zira Üstadımızın belirttiği gibi “Bir adamın kıymeti, himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o tek başına bir millettir.” (H. Şamiye) Elbette kudsî bir dâvânın adamı olmak basit bir şey değildir. Ciddi anlamda gayret gerektirir.

Her iki tarafta, yayınlarımızdan olan beş farklı kitaptan 250 adet imzalanması, bu faaliyetler içinde devamlılık arz eden bir güzellikti. Dersten sonra Çankırı’ya, ertesi gün de Ankara’ya giden yolculuğumuz esnasında, temsilcimiz İbrahim Vapur’la müspet neticeler veren bir hizmete mazhar olduğumuzda ittifak ettik, elhamdülillah.